(Diego Armando Maradona Anısına)

Maradona anısına bu satırları kaleme alırken çok düşündüm. Her yerde sayısız başarıları, attığı goller, çalımlar ya da kronolojik ansiklopedik bilgiler vardı. Başarılarını tekrar yaşamak, özlemek, o anları hissetmek kuşkusuz çok heyecan vericiydi. Ben ne yazabilirim ya da onun hayatına nasıl farklı bir pencereden bakabilirim derken asıl yazılması gerekenin hayatının gerçekleri olduğuna odaklanırken buldum kendimi.

Bugün 10’un ya da O’nun geçmişine gittim. Hem de defalarca. Ne yaşamıştı da Maradona olarak yoğrulmuştu. Neler vermişti uğruna ya da ne katmıştı ona o günler.

Arjantin’in en fakir şehirlerinden Lanus’un kenar mahallelerinden birinde güneşin doğuşuyla uykusu yarım kalmış bir adam, çocuklarını uyandırmadan onların odanın içine sinen kokularını burnuna çekerek yola koyuluyor, her gün sırtında çuvallarla şehrin bir yanından diğer yanına sürüklenip gidiyordu. Oğullarının en ünlüsü çok daha sonra babasının hayatını şu cümleyle öyle güzel özetliyordu ki: ‘’Babam sofrada asla sessiz olun demezdi çünkü gözlerindeki yorgunluk saygıyı hak ederdi.’’

Evet, babası Diego Maradona bir hamaldı. Annesi Dalma ve kardeşleriyle birlikte 8 kişiydiler. Baba Diego üçüncü çocuğuna kendi ismini verdi. O çocuk Diego Armando Maradona’ydı. Öyle ki Diego Armando Maradona da yıllar sonra doğacak kızına annesinin adı olan Dalma’yı uygun görecekti. Ona annesi sorulduğunda ‘’Sofrada herkese yetecek kadar yemek olmadığında annem karın ağrısı numarası yaparak sofradan yemek yemeden ayrılırdı.’’ diyor Diego.

Arjantin ya da dünyanın öteki ucundaki herhangi bir ülke hakkında ne kadar az şey biliyoruz değil mi?  Birbirimizden bu kadar uzakta bir o kadar yakın hayatlar yaşıyor olmak gerçekten şaşırtıcı. Aslında Maradona hepimizden önce şaşırmıştı bu duruma. Babasının her akşam eve yorgun argın dönmesi, annesinin sofradan aç kalkması ve çevresinde gördüğü yoksulluk onun sonraki hayatını net bir şekilde biçimlendiriyordu. Çünkü evinde olmayan sadece yemek değildi, elektrik ve su da yoktu. Bütün bu yokluklara rağmen o, yeteneklerine güveniyor ve bir gün Arjantin ile Dünya Kupası’nı kazanmanın hayallerini kuruyordu.

Emir Kusturica onun için ‘’ Futbolcu olmasaydı kesinlikle bir devrimci olurdu.’’ diyor. Maradona başta kendi hayatı olmak üzere binlerce insanın hayatını, kendi hayatının dönüm noktalarından biri olan o pozisyonla anlatıyordu. 1986 yılında Meksika’da düzenlenen Dünya Kupası’nda İngiltere’ye karşı elle attığı ve daha sonra ‘’Tanrı’nın Eli’’ olarak isimlendirdiği golü ise cüzdanı para dolu bir İngiliz’in cüzdanını çalmaya benzetiyordu.

Eliyle gol attığı maçın sonunda verdiği röportajda tarihe kazınan “O gol biraz Tanrı’nın Eli biraz da Maradona’nın kafası.” cevabıyla bizlere saha içerisindeki başarısının sadece tekniği ve hızıyla değil zekasıyla da alakalı olduğunu göstermişti. Ama bu onun elle attığı ilk gol de olmamıştı ki. Napoli’deyken Udinese maçında yine elle bir gol atmış ve yanına yaklaşan rakip takım oyuncusu Zico’nun “Hey Maradona, dürüst olup elle gol attığını hakeme söyler misin?” isyanına gayet sakin ve rahatça “Merhaba Zico, ben Diego, nam-ı diğer düzenbaz, tanıştığımıza memnun oldum.” demişti.

Özellikle Tanrı’nın Eli’ ni hayatı boyunca adaletsizlik olarak görmedi çünkü İngiltere’ye elle attığı golü mazlumların varsıllar karşısındaki mücadelesine yoruyordu. İşte Maradona tam olarak buydu. Maradona başta kendi ailesi olmak üzere tüm yoksulların sesi olmak istiyordu. Bu yüzden sürekli siyasetle içli dışlı olmuş, ABD karşıtı söylemleriyle herkesin dikkatini çekmişti. Küba lideri Fidel Castro ile tanışmış ve ona hayran kaldığını mülakatlarında sık sık dile getirmişti. Che’nin kitaplarını okumuş ve ondan çok etkilenmişti. Hatta bu yüzden koluna Che, bacağına da Fidel dövmesi yaptırmıştı.

Dövmeleriyle devrimciyim diye bağıran bu adam, hep ezilenlerin yanındaydı. Düzenbazdı kendi deyimiyle ya da Arjantinlilere göre Tanrı. Evet evet Tanrı. Kendilerine “Diegorian” adını veren ve 100 bini aşkın kişinin dinin adı ise “The Iglesia Maradoniana”

Maradona genç yıldız adayı iken gittiği Boca takımında başarılı olmuş ve zaten Arjantinliler tarafından sevilen çocuk, Boca taraftarının da gönlüne taht kurmuştu. Boca Juniors takımının stadına “Boca es mi religion, Maradona es mi dios, La Bombonera es mi iglesia” yani “Dinim Boca, Tanrım Maradona, Mabedim La Bombonera” satırlarını okumadan giremezsiniz. Maradona’da Boca’yı çok seviyordu. Daha çocuk yaşlarda babasıyla Bombonera’nın önünden geçerken bir gün bu statta futbol oynayacağım demişti.  Argentinos Juniors’dan ayrılırken River Plate’in yapmış olduğu teklif daha cazipti ama Maradona Boca’yı tercih etti. Boca’ya ikinci gelişini tarif etmek için kurduğu “Boca’ya dönmek, 14 yıllık hamilelikten sonra doğum yapmak gibiydi” cümlesi onun Boca aşkını bize çok iyi anlatıyor.

İlk Boca macerası fazla uzun sürmemişti. Boca sonrası gittiği Barcelona’da peşini bırakmayan sakatlıklar nedeniyle bir türlü kendini bulamamıştı. Barcelona-Bilbao maçında İspanyol oyuncu Andoni Goikoetxea’nın müdahalesi sonrasında ayağında kırık meydana gelmiş ve bu sakatlığından dolayı uzun süre forma giyememişti.

Ardından transfer olduğu Napoli şehrini adeta yeniden inşa edecekti. Önceki sezon küme düşmekten 1 puan farkla kurtulan takım, Maradona ile birlikte ilk sezon sekizinciliğe yerleşirken ikinci sezon üçüncülüğü alacaktı. Ama asıl başarı sonraki sezon gelecekti. Tarihteki ilk şampiyonluk! Akabinde devam eden sezonlarda da takım, şampiyonluk mücadeleleri veriyor ve Maradona Napoli’nin ikinci ve son şampiyonluğuna imzasını atıyordu. Ancak bu kadar da değil, Avrupa’da da ilk kez kupa kazanıyordu Napoli. Çok seviyordu taraftar onu. Napoli gibi bir şehirde haksızlığa baş kaldırışı temsil ediyordu. Tarihinde ezilen hor görülen Napoli’yi bütün rakiplerine fark atan ekip haline getirmişti çünkü.

1990 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan İtalya, yarı finalde Arjantin ile eşleşmişti. Ve maç öncesi Maradona çıkıp, “Napoli halkı! San Paolo Stadı’nı doldurun ve 364 gün sizi unutan, sadece bugün için hatırlayan İtalyanları değil gelin size büyük mutlulukları yaşatan, sizden biri olan Maradona’yı destekleyin.” diyerek Arjantin için destek istiyordu. Bu destek karşılık bulup maçta ev sahibi olan İtalya deplasman takımı durumuna düşüp, maçı da kaybetmişti. Hatta maç sonu Paolo Maldini, “Bu maçı San Paolo (Napoli) harici İtalya’nın neresinde oynarsak oynayalım, maçı biz kazanırdık.” diyerek mağlubiyeti Maradona’nın sevgisine karşılık veren Napoli taraftarına bağlıyordu. Efsane futbolcunun ölüm haberiyle birlikte Napoli kulübü stadının isminin değiştirilmesini gündemine aldı. Yeni isim planı; San Paolo-Diego Armando Maradona Stadı.

Arjantin’de ise 3 günlük yas ilan edildi. Dünyada bir örneği daha var mı? Ya da başka bir deyişle Türkiye’de 3 gün yas ilan edebileceğimiz hangi futbolcumuz var? Maradona’nın ölümü yalnız Arjantin’de değil bütün dünyada büyük üzüntüye sebep oldu. Dünyanın tamamına yakını manşetten ya da sürmanşetten verdi bu şok olayı. İngiltere gazeteleri “Tanrının Eli” golüne atıf yaparak ölümsüzleştirdi haberlerini, Fransa ise amblemini değiştirdi Maradona için. İspanyol medyası, Alman medyası ve diğerleri renk fark etmeden herkes tek yürek olabilmişti Maradona için. Bütün dünya basını özel baskılar yaparak onunla ilgili sayfalarca röportaj yayınladı.

Futbol için bütün doğruları tek bir nefeste yapan Maradona, saha dışında ise doğruları bulmakta zorlanmıştı. Çıplak ayaklarıyla çıktığı bu yolda yetenekleri ona sınırsız para ve güç kazandırmıştı. O ise bu gücü hiçbir zaman istediği gibi kullanamadı. Sahanın içinde ne kadar mükemmelse saha dışında bir o kadar berbattı. ‘’Zamanının tamamını saha içinde geçirebilseydi çok mutlu bir adam olabilirdi ama ne zaman ki bitiş düdüğü çalıp sahayı terk etmesi gerektiyse hep sorunlarla karşılaştı.’’ Emir Kusturica onu tanımlarken ‘’ En büyük düşmanı kendisi olan, kendisine zarar vermek için elinden geleni yapan kişi.’’ olarak tanımlıyor. Oynadığı takımlara liderlik eden ve kupalar kazandıran o büyük oyuncu yıllar sonra uyuşturucu bağımlısı, alkolik, şişman, çekilmez ve sağlıklı yaşayamayan bir adama dönüşüyordu. Dünyanın neredeyse bütün ülkelerini geziyor, ayık kalabildiği zamanlarda daha çok uyuşabilmek için reklam setlerini, TV programlarını gezip dolaşıyordu. Hatta 1999 yılında Mehmet Ali Erbil’in Çarkıfelek programına katılarak Oktay Derelioğlu ile birlikte top bile sektirmişti.

Özel hayatınızda herhangi bir şeyi değiştirmek isteseydiniz bu ne olurdu? Sorusuna şu cevabı vererek milyonlarca futbolseverin duygularına tercüman olmuştu. ’’Uyuşturucu. Uyuşturucu kullanmasaydım nasıl bir futbolcu olurdum diye her zaman merak ettim.’’  Anlaşılan o ki Maradona da bizim gibi bu sorunun cevabını merak ediyordu. Sonsuza kadar cevap bulamayacağımız o soruyu şimdilerde tarihin karanlık boşluğundan aşağı bırakmak durumundayız.

‘’Maradona olmanın en zor yanı etrafının sürekli insanlarla dolu olması.’’ diyen Maradona uyuşturucu sorunu yaşadığında ise ‘’ Kendimi dünyanın en yalnız insanı gibi hissettim.’’ diyordu. İnsanların ona karşı duyduğu aşırı ilgi onun en büyük problemiyken bir anda kimsesiz kalmış ve kimsenin merak etmediği bir müptezel haline dönüşmüştü.

Maradona saha içinde bu kadar yetenekliyken ve başarılıyken saha dışı sorunları sebebiyle kimse onu örnek almıyordu. Hatta kendisi bile “Beni kimseye örnek göstermeyin, ben kendi çocuklarıma bile örnek olmamalıyım.” ve “Torunum Benjamin beni değil, Messi’yi örnek almalı…” diyerek olayı özetliyordu aslında.

“Eğer Maradona olsaydım,

   Tam da onun gibi yaşardım.

Hayat bir tombala

Geceden gündüze

Hayat bir tombala”

Maradona gençlik yıllarından itibaren yeteneklerinin farkındaydı. Büyük bir futbolcu olacağını hatta futbolcuların en iyisi olacağını da biliyordu ama geleceği hakkında bilmediği başka şeyler vardı. Kendi deyimiyle de “Her şeyi tahmin ediyordum. Daha 10 yaşında Dünya Kupası kazanacağımı da ancak uyuşturucuyu bilemedim.” Kokain ve alkol onun için tombaladan çıkmış gibiydi ve bu duruma hiç hazırlıklı değildi. Şarkımız “Eğer Maradona olsaydım tam da onun gibi yaşardım.” Diyor.

Şimdi sorumuz şu: Peki Maradona bu dünyaya bir daha gelse kendi gibi yaşamak ister miydi?