Bu yazı, Jonathan Wilson tarafından The Guardian internet sitesine yazılmıştır. TrScouts olarak bu yazıyı sizler için Türkçe’ye çevirdik.
Orijinaline buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Her kulüp kendi Guardiola’sını istiyor. En azından rüyaları bu. Kulübün uzun yıllar oynamış bir efsanesini alıyorsunuz, bir sezonluğuna rezerv takımın başına geçiriyorsunuz, sonrasında A takımı kendisine veriyorsunuz, geriye kalan efsanenizin akademinizden çıkan oyuncularla dolu bir kadro ile futbol devrimi yaparak üç lig ve iki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanmasını izlemek oluyor. Bu sadece kazanmak değil, “kendi yolunuzla” kazanmak.
Bir çok büyük kulübün yeni görevlendirmelerde neredeyse hiç tecrübesi olmayan eski efsanelerine dönmesinin sebebi de bu; Juventus’da Andrea Pirlo, Chelsea’de Frank Lampard, Arsenal’de Mikel Arteta… Bu tip görevlendirmeler aslında bir takımı neden desteklediğinizi de açıklayabilecek bu farklılık hissi yaratan rüyayı besliyor, diğerlerinden farklı ve daha değerli olduğunuz hissi. Aynı şekilde bu isimlerin markalaşma adına da iyi olduğu söylenebilir, tanınmış, popüler bir kulüp figürünü alıp bu hissi paraya çevirmek.
Bu çaylak hocalarla ilgili problemler ise benzer: bütün hayatlarını futbol etrafında geçirmiş ve futbol hakkında olumlu birçok şey biliyor olabilirler ancak temelde yine de teknik direktörlük işini tüm gözler üzerlerinde iken ve işi yaparken öğreniyorlar.
Birçok kez soyunma odalarında ve sahalarda bulundular, birçok menajer ve antrenör ile çalıştılar, sahada ne sonuç verir ne vermez farkında olabilirler ya da ne yaparlarsa takımın kalanı motive olur ne yapılırsa moraller düşer bunları da bilebilirler ama ne olursa olsun iyi bir öğrenci olmak iyi bir öğretmen olacağınız anlamına gelmiyor.
İşler kötü gittiğinde ne olacak peki? Böyle bir senaryoyu bu rolde daha önce yaşamadıklarından herhangi bir anıları yok. Örneğin herhangi biri Huddersfield döneminde benzer bir düşüşte tekrar yukarı çıkmak için ne yaptığını hatırlamıyor ya da Extramadura’da en iyi santrforunu kaybettiğinde takımın nasıl daha fazla odaklı hale geldiğini veya St. Mirren’de direktörün dediğini yaptığında nasıl pişman olduğunu…
Böyle bir durumda inancınızı kaybetmek, hareketlerinize şüphe ile yaklaşmak ya da sadece değişiklikler yapmış olmak için değişiklikler yapmak oldukça kolay hale geliyor. Örneğin Arteta bir anda Aubameyang’ı merkezde oynatmaya karar verdiğinde ve eleştiriye karşı kendini savunur biçimde “kazanma yüzdelerinden” bahsetmeye başlayınca kendisine duyduğu güvenin ve otorite hissinin kendisinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığını görmek mümkündü.
Bu durumda problem bu tecrübenin nerede biriktirilmesi gerektiğine geliyor. Futbolun ne kadar değiştiği göz önüne alındığında Herbert Chapman’ın Northampton, Arrigo Sacchi’nin Fusignano ya da Alex Ferguson’ın East Stirlingshire da kariyerine başladığına dikkat çekmek neredeyse saçma geliyor.
O zamanlar yukarı ve aşağıdaki takımlar arasındaki kalite farkı şu an oluşan farka göre oldukça azdı. Bill Shankly, Don Revie ve Brian Clough, Liverpool, Leeds ve Nottingham Forest’ı devraldıklarında, bu takımların hepsi ikinci ligde mücadele ediyordu. Matt Busby II. Dünya Savaşı dönemi ordu takımında menajerlik yaptıktan sonra direkt Manchester United’ın başına geçti, yine de o takımın başına geçtiği dönemde Manchester United’ın son 30 yılda 2 lig şampiyonluğu vardı. O zamanlar orta direk bir takımı devrimci bir menajer ile dev bir takıma çevirmek mümkündü.
Şimdinin bir Championship takımını devraldığınızı düşünün bugün, takımın sizin profilinize getireceği fayda oldukça küçük. Efsane bir eski futbolcu için günümüzde oynanan futbol onun zamanında oynanan futbola oranla çok da benzer durmayacaktır. Muhtemelen siz ya da takım arkadaşlarınızın kapasitesinde olmayan oyuncular ile çalışacaksınız. Belki de takım olarak Dünya’nın geri kalanın umursamadığı veya haberinin olmadığı bazı sorunlara da sahipsiniz. Lig çıkmayı başaramadığınız anda artık herkesin gözünde bir başarısızlık durumundasınız.
Ya da lig çıkmayı başardınız ve önünüzdeki birkaç yılı kısıtlı bir bütçe ile ligde kalmak için savaşarak harcadınız. Bir an gelecek, kaçınılmaz olan gerçekleşecek ve lig düşeceksiniz ve Eddie Howe da olduğu gibi unutulmaya ya da yeteneklerinizden şüphe duyulmaya yüz tutacaksınız. Ya da ligde kalmayı başaracak ama Sean Dyche ve Sam Allardyce gibi eleştiri yağmuruna tutulacaksınız, hele ki direkt bir yaklaşımın kısıtlı kadronuzu ligde tutacak şey olduğuna karar vermişseniz.
Kısıtlı bir bütçe ile çalışmak, kötü bir dönem geçirirken elinizdeki oyuncuları tutmak, sizden çok daha güçlü rakiplere karşı büyük mücadeleler ile puanlar kazanmak bile ünlü statüsündeki futbolcuların egolarını kontrol etmek, rakiplerin çoğunlukla size karşı uygulayacakları kapanmış savunmaları açacak hücum stratejileri üretmek ya da sürekli uzun mesafeler seyahat etmeniz gerektiği zorlu bir fikstürde başarı bekleyen taraftar ve direktörlerin beklentilerini karşılamak adına tam bir hazırlık olmuyor sizin için.
Uzun zaman önce bir Manchester City yöneticisinin 2000 yılında onları Premier Lig’e yükselten Joe Royle’un kovulup kovulmaması hakkında söylediği gibi “Köşedeki dükkanı çalıştıran bir adama uluslararası bir şirketi teslim etmezsiniz.”
Bir başka lige giderek de şansınızı deneyebilirsiniz, şu an Steven Gerrard için iyi gidip Gary Neville için pek de iyi sonuçlanmadığı gibi. Bu da başka bir kültürde bir şeyleri başarıyla uygulama problemini beraberinde getiriyor, orda işleyen Premier Lig’de işlemeyebilir.
Bir alternatif de bir süper-kulübün menajerinin altında çalışmak, Mikel Arteta’nın Manchester City’de yaptığı gibi. Hocalığa yapılan bir sonraki adımda bocalayan birçok örnek de var. Elit seviye futbolda kazanılan tecrübe karşılaşılan senaryolarda son kararı veren hiçbir zaman siz olmadığınız için anlamsız kalıyor.
Bu da ne olursa olsun, hangi yolu seçerseniz seçin, bu işin içinde her zaman işi yaparken öğrenme unsuru olduğunu gösteriyor. Modern futbolun doğasında ise ilk problemde hocanın görevine son vermek var. Günümüz dünyası sabırsız doğası gereği bir kişinin sorunlu giden bir şeyi düzeltebileceği fikrini anlamakta zorlanıyor. Kurban etmek kademeli bir gelişmenin yerine tercih ediliyor.
Bu ne anlama geliyor peki? Bütün menajerlere bir süre sabretmek mi gerekiyor? Muhtemelen, ancak bazen de bir birlikteliğin pek de yolunda gitmediği bariz hale gelebiliyor, bir ya da iki yıldan sonra fark edilebilir bir gelişmenin beklendiği bir nokta beklemek çok da mantıksız olmayacaktır.
Buradan çıkarılacak başlıca ders ise günümüz futbolunun finansal yapısının yavaş ama kararlı gelişmeyi uygulanamaz hale getirdiği ve çok az kişinin süper-kulüplerde çalışacak hazırlığı ilk çalışma tecrübesinde edinmiş olduğu olabilir. Guardiola anlaşılabilir bir hedef ama şu ana kadar kendisi türünün tek örneği.
Jonathan Wilson