Sven Mislintat, geçtiğimiz yıl ciddi bir bonservis bedeliyle – scouting bölümünün başına geçirilmek üzere – Borussia Dortmund’dan Arsenal’e geldiğinde çoğu futbolsever kendisiyle tanışmış ve ismi futbol gündemini uzunca bir süre meşgul etmişti.
Arsenal’de iki transfer dönemini geride bırakan ve 22 yıllık Arsene Wenger hükümdarlığının ardından yaşanacak köklü değişimin uygulayıcılarından biri olması beklenen futbol adamının, Alman haftalık gazetesi Die Zeit’ta Jörg Kramer imzasıyla yayınlanan keyifli ve bilgilendirici röportajını sizler için çevirdik.
Keyifli okumalar!
***
Jörg Kramer (JK): En iyi yetenek gözlemcilerinin, oyuncuların çeşitli özelliklerini görmek için maçtan önceki ısınmaları takip ettiği doğru mu?
Sven Mislintat (SM): Maç öncesi sahadaki ısınmayı izlemek hoşuma gidiyor. Mesela maçta topla neredeyse hiç aksiyona girmeyen santrforlar ısınmada 15 şut çektikleri için onlar hakkında çok daha fazla şey görme fırsatım oluyor. Fakat “antrenman dünya şampiyonu” olan ancak iş ciddiye binince yeteneklerini sergileyemeyen oyuncular da var. Diğerleri ise düdük çalındığı anda mental olarak yüzde yüzlerine geliyorlar. Nihayetinde maç maçtır, ısınma ısınmadır.
JK: Özel olarak dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir?
SM: Verilerde görünmeyen küçük ayrıntılar. Örneğin 1860 Münih formasıyla 2.Lig’de oynadığı esnada Borussia Dortmund için gözlemlediğim Julian Weigl’ın omuz üzerinden yarım bir bakışla çevre kontrolünü yaparak tüm sahayı tarayabilmesi… Bazı gözlemciler değerlendirmelerini, tuttukları detaylı kayıtlarla daha maç esnasında oyuncunun yapabildikleri ve yapamadıklarını tanımlayarak yapıyorlar. Ben ise özel olanı arıyorum, bir silah arıyorum. Örneğin Pierre-Emerick Aubameyang’da olduğu gibi hassas ve kesin bir bitiricilikle harmanlanmış tempo ya da bir Iniesta beyni.
JK: Iniesta beyni?
SM: Aynen öyle… Bununla, topu alırken topa bakmadan rakibi görüş altında tutmaktan ve daha sonra da üzerine düşünmeden doğaçlama olarak oyun içindeki sorunu çözmekten bahsediyorum. Otomatik, her hareket hafızada. Durum böyle olunca oyuncular çok fazla muhakeme etmek zorunda kalmıyorlar. Ousmane Dembele’yi bir U18 maçında gördüğümde…
JK: …Dortmund’a önerdiğiniz ve daha sonra 100 milyon avro kârla Barcelona’ya satılan?
SM: Onu Rennes’in as takımıyla henüz hiç maça çıkmamışken görmüştüm. Bahse girerim ki, hangi durumlarda hangi ayağını kullandığını size söyleyemezdi. Çünkü bunun üzerine mülahaza etmiyordu. Şöyle hissettim; bu gerçekten de özel bir oyuncu. Shinji Kagawa da öyleydi. 10 defa Japonya’ya gittik ama aslında ilk 30 dakikadan sonra emindim. Kimse onun ne yapacağını bilemiyordu. Tek bir hareketle oyunun tüm akışını değiştirebiliyordu.
115 milyon avro karşılığında Barcelona’ya satılan Ousmane Dembele, Mislintat döneminde Dortmund’a kazandırılan oyunculardandı.
JK: Peki ya bir oyuncunun karakter özellikleri hakkında ne söylersiniz? Mantalite nasıl anlaşılır?
SM: Bu tabi ki de yakalaması en zor olan şey. Belirli sorgulama tekniklerinin kullanıldığı sohbetler yapılmalı. Ancak bu noktada da genç oyuncular, kulübü etkilemek için nasıl konuşmaları gerektiği konusunda menajerleri tarafından bilgilendirilmiş oluyor. Bir kulüp geldiğinde ne söylemeleri, nasıl konuşmaları gerektiğini biliyorlar. Haliyle bu görüşmelerde kimseyi “bitiremiyorsunuz”. Fakat sahada daha fazlası görülebilir. Örneğin maçın son 15-20 dakikasında.
JK: Neler görülebilir bu anlarda?
SM: Takımı 3-0 mağlupken oyuncu hala takımı için her şeyini veriyor mu? Ağrısı olduğunda nasıl davranıyor? Sertlik, sahadaki kişilik, agresiflik… Bunların hepsi maçın son bölümlerinde daha bariz görülebilir.
JK: Peki bu özellikler 1.5 yıl önce Barcelona’ya transfer olmak için adeta grev yaptığı söylenen Ousmane Dembele’de nasıldı?
SM: Bu transfer kulüp yetkililerinin imzalarıyla gerçekleşti, bir “grev” aracılığıyla değil. Biz kulüp olarak oyuncularımızın güçlü yönlerini ve zayıf yanlarını kanalize etmeli ve şikayet etmeyi bırakmalıyız. Ousmane antrenmana gelmedi, bu doğru. Fakat her milimetrekare boşluğu değerlendirmesini sağlayan yeteneği ve maç içinde stratejiler geliştirmesi, bizim için altın değerindeydi. Ousmane pek çok maçta belirleyici oldu ve 2017’de Almanya Kupası’nı kazanmamızda tuğla koyan en önemli oyunculardandı. Bu tip fark yaratan üst düzey oyuncuların çoğu, başarıya ve yükselmeye aç oldukları kenar mahallelerden yetişiyorlar ve özel bir içsel motivasyonları var. Mesela Cristiano Ronaldo, Madeira’dan küçük bir çocuk olarak geldiği Sporting Lizbon’un akademisinde arkadaşlarıyla birlikte yurtta kalıyordu. Bu konuda bir hikaye duymuştum.
JK: Anlatın lütfen.
SM: Bir gün yurt görevlisi, kulüp görevlilerine gider ve “burada bir küçük var, her gün gece yarısına kadar topu duvara vurup kontrol etmeye çalışıyor. Onunla ne yapayım?” der. Bunun üzerine kulüp görevlileri, “bırakın devam etsin” cevabını verirler. Roger Federer ve Michael Schumacher gibi müstesna sporcuların da gösterdiği üzere bizim yetenek olarak tanımladığımız şey, genetik olarak belirlenmiş bir şey değil.
JK: Ya ne?
SM: Farkı yaratan şey antrenman saatleridir. Buna sokak veya Bolzplatz (standart ölçülere sahip olmayan ve genelde çocukların oynaması için ayrılmış ilkel futbolsahası) da dahil. Brezilya’nın favelalarındaki çocuklar, 12 yaşına gelene kadar çoktan on bin saat futbol oynamış oluyor. Bu, Almanya’daki bir çocuğun yapamayacağı bir şey.
“Bizim yetenek olarak tanımladığımız şey, genetik olarak belirlenmiş bir şey değil. Farkı antrenman saatleri belirler.”
JK: Siz Dortmund’da doğup Kamen’da büyüdünüz. Dortmund sizin tabiri caizse doğal seçiminiz miydi?
SM: Dortmund öncesinde de Bundesliga’da bir kariyerim vardı. Kulüplere maç ve rakip analizi hizmeti sağlayan bir firmada şef analist olarak çalıştım. 2005 yılında kendi işimi kurarak Fortuna Düsseldorf’a çalıştım ve Dortmund’un ikinci takımına resimli analizlerle destek oldum. Daha sonra 2006 Ekim’de kulüp menajeri Michael Zorc’la ilk görüşmemi gerçekleştirdim. Kapısına dayanarak ona daha fazla dışarıdan çalışmak istemediğimi, kulübün bir parçası olarak beraber kazanıp beraber kaybetmek istediğimi söyledim. Bu duyguların eksikliğini yaşıyordum.
JK: Hemen o anda işe alındınız mı?
SM: Son maçın bir örnek DVD’sini hazırlamak için 48 saatim vardı. Bir analiz yapmalı ve bir takım konuşması üzerine düşünmeli, bunları da yardımcı antrenöre sunmalıydım. Nihayetinde o ay işe alındım. O zamanlarda Michael Zorc kulübün scouting ve analiz departmanlarını modernleştirmek istiyordu ve bana güvendi. İlk iş olarak veritabanı sistemlerini, video arşivleri ve taktik kameralarla teknik scouting’i kulübe getirdim.
JK: Her şey sizden soruluyordu yani?
SM: Kısa süre içinde hem şef scout hem de şef analist oldum ve en önemli mentörlerimden biri olan Jürgen Klopp’un gelişiyle devre aralarında takım analizleri yapmaya başladım. Bugün tüm bu alanlar için uzmanlar var.
JK: Takımları taktiksel olarak iyi analiz edebilen biri otomatik olarak oyuncu özelinde de iyi bir scout mu oluyor?
SM: Başlarda ben de bugün gördüğüm oyuncunun yarın öbür gün top seviyede olup olmayacağını anlayıp anlayamayacağımı bilmiyordum. Bu konuda kendimi geliştirmek için başkalarının nasıl çalıştığına baktım. Maç analizi geçmişimin olması geçtiğimiz yaz Arsenal’de bana çok yardımcı oldu. Arsene Wenger’in halefinin kim olacağı konusunda adaylarla saatlerce süren uzun ve yoğun görüşmeler gerçekleştiriyorduk. Bu görüşmelerde futbolun teknik kısmı üzerine konuşmaları yürüten kişi bendim. Her adayın 5-6 maçını izledim, onların çalışma stilleriyle empati kurabilmeliydim. Hangi sistemlerle oynuyor? Bunların üzerine düşünerek onlarla muhatap olabilirdim.
JK: Arsenal’de yalnızca yetenek arayışı üzerine görevli değilsiniz yani?
SM: Doğru. Unai Emery’nin göreve getirilmesinde sorumluluğu olan ekibin bir parçasıydım. Oyuncu Alım Başkanı (Head of Recruitment) ifadesinin anlamı da şu; yetenekleri sadece belirlemek değil, onları kulübe kazandırmak da benim işim. Dortmund’dan da bu süreçlere oldukça alışkındım zaten. Örneğin PSG’den kaptığımız Dan-Axel Zagadou ve Manchester City’den aldığımız Jadon Sancho. Bu transfer süreçlerinde menajerlerle, oyuncularla ve ailelerle yapılan görüşmeler de benim görevlerime dahildi. İşin sonunda Dan-Axel’in babası bana “Artık oğluma benim yerime sen gözkulak olacaksın” demişti.
JK: Bir transferin hangi aşamasında teknik direktörü de olaya dahil ediyorsunuz?
SM: Genellikle son aşamada. Elbette ki teknik direktörü bir oyuncuyu izlemesi için 5 kez yurtdışına gönderemezsiniz. Bazen 6 ila 10 ay arası bir oyuncunun analiz çalışmaları yapılır ve sonunda sportif direktör, teknik direktör ve hatta belki kulüp yöneticisi bir maçını izlemeye gider. Ve oyuncu rezalet bir maç çıkarır! Ya da diğer oyuncularla kavga edip hakemlerle uğraşır. Bu tip bir son intiba, transferden vazgeçilmesine dahi sebep olur.
JK: E sonra?
SM: İnatçı kalıp ısrar eder veya bir sonraki oyuncuya geçeriz. Bu iş böyle.
JK: Çok fazla seyahat ediyor musunuz?
SM: Canlı izlemek evet önemli ancak yılda 250 maçı yerinde izlemeliyim gibi bir önceliğim yok. Seyahat etmek çok zaman kaybına yol açıyor. Konaklamalı bir seyahat gününe harcadığım sürede ofisimde 3 veya 4 maçı konsantre bir şekilde izleyebilir ve 5-6 oyuncunun ayrıntılı analizi üzerinde çalışabilirim. Bir ülkenin piyasasını sistematik olarak analiz etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun anlamı şu, bir lig seçip o lige bir bütün olarak bakarak tüm veritabanını ve izlenebilir videolarını göz önünde bulunduruyorum.
JK: Buna nasıl karar veriyorsunuz?
SM: Ben ve ekibim belirli bir ligin -örneğin İsveç Ligi’nin- 2 veya 3 haftasının tüm maçlarını izliyoruz ve ilgimizi çeken oyuncuların bir portföyünü çıkartıyoruz. Daha sonra verilere bakıp video üzerinden daha detaylı bir çalışma yürütüyoruz. Sonrasında dışarı çıkıp canlı izliyoruz. Bu şekilde 2-3 hafta içinde tüm ligin değerlendirmesini takip etmeye değer gördüğümüz oyuncuların bir listesiyle birlikte yapmış oluyoruz.
JK: Peki yazılımlar sayesinde elde edilen veriler bazen yanıltıcı olabiliyor mu?
SM: Bu verileri nasıl okumak gerektiğini bilmeniz lazım. Mesela Julian Weigl, 1860 Münih’teyken toplu oyunda bile ortalama istatistiklere sahipti. Ama bunun sebebi box-to-box olarak adlandırılan ve iki ceza sahası arasında gidip gelen bir oyuncu profilinde kullanılıyor olmasıydı. Toplar üzerinden uçup gidiyordu. Şöyle düşündük; etrafında topu kovalayan oyuncularla birlikte defansın önünde 6 numara pozisyonunda oynadığında farklı bir oyuncu olacaktı. Topu dağıtabilecek, bekleyebilecek ve oyunun temposunu belirleyebilecekti. Matteo Guendouzi’de de durum benzerdi.
JK: Bu genç orta saha oyuncusunu Fransa Ligue 2’den Arsenal’e getirdiniz.
SM: Onu Lorient’da izlediğimde takım hala Ligue 1’deydi. Bu kulübü seviyorum, hep ilginç oyuncuları oluyor. Guendouzi uzun saçları ve sahadaki kişiliğiyle hemen dikkatleri üzerine çekiyordu. Ama ben aynı zamanda onun zayıf yanlarıyla da ilgileniyordum. Geliştirilebilir durumdalar mıydı? Matteo sahada koşarken nereye koşacağını bilmiyordu ama ben emindim; bu özelliğini geliştirmesi tamamen antrenman ve zamanla alakalıydı. O zamanlar 18 yaşında olan bu oyuncunun transferi, gençlere şans veren eski Arsenal olduğumuzu dünyaya gösterebilmek için çok önemliydi.
“Guendouzi transferiyle dünyaya, tekrar gençlere şans veren eski Arsenal olduğumuzu göstermek istedik.”
JK: Oyuncuları sınıflandırmak için algoritmalardan yararlanıyor musunuz?
SM: Bu şekilde oyuncular bulunabilir. Diyelim ki topla ilişkisi iyi bir stoper oyuncusu arıyorsam bilgisayardaki oyuncuların aksiyonlarını puanlandıran sistemler yardımıyla dünyanın en iyisini saniyeler içinde bulabilirim. Buna imkan sağlayan, kaç tane rakibin oyundan düşürüldüğüne göre pas ve dribblingleri değerlendiren “packing” modelleri var. Birkaç yıl önce arkadaşlarımla Matchmetrics isimli, buna benzer parametreler geliştiren bir platform kurduk. Hücum aksiyonlarını yarattıkları gol tehlikesine göre, savunma aksiyonlarını ise topu ne kadar bizim kalemizden uzak tuttuğuna göre değerlendiriyoruz.
JK: Ve nihayetinde yazılım size ideal stoperi buluyor, öyle mi?
SM: Bu işlemler sonucunda yazılım size ideal olan 10-20 isim çıkarıyor. Daha baştan kontratının devam ettiğini, yaşlı olduğunu veya uygun olmadığını bildikleriniz eleniyor. Kalanlarını kendi sistematik süreçlerimize dahil ediyoruz. Ancak veriler her şeyi anlatmaz, onları dümdüz okuyamazsınız.
JK: Mesela?
SM: Kat edilen mesafelerini alalım. Bazı oyuncular maç boyunca 12.5 kilometre mesafe kat ediyor ancak ikili mücadeleyi kazanmak için gerekli olan son metreyi koşmuyor. Bazense bir oyuncu zorunda olduğu için 12.5 kilometre mesafe kat ediyor, çünkü her seferinde hızlı düşünemeyip rakibinin gerisinde kalmış ve onu kovalamış. Yalnızca 11 kilometre mesafe kay eden bir başkası ise belki de her işi doğru yapmış, aynı zamanda da boşlukları doldurarak geçilmeyecek şekilde doğru pozisyon almış.
“Veriler her şeyi anlatmaz, onları nasıl okuyacağınızı bilmeniz gerekir”
JK: Premier Lig’deki işiniz Bundesliga’dakinden daha mı farklı?
SM: Burada şunu öğrendim ki; Premier Lig, her oyuncunun gelmek istediği yer. Her şey daha politik. Transferlere dahil olan isimlerin medyada bağlantıları var ve bu sayede transferler esnasında üzerinizde baskı yaratıyorlar. Burada kendimi kanıtlamak bana ilginç geliyor. Dortmund da benzer şekilde büyük bir kulüp ancak buradaki rekabet gözle görülür şekilde daha yüksek.
JK: Bu rekabet ne şekilde kendini gösteriyor?
SM: Bir oyuncuyu istediğimiz duyulduğunda hemen birkaç kulüp sırf fiyatı yükseltmek için oyuncuya atlıyor. Burada 3 “Bayern Münih” var, bunlar iki Manchester ekibi ve Chelsea. Bunun yanında 3 tane de “Dortmund” var. Bunlar da Liverpool, Tottenham ve Arsenal. Diğer bütün takımlar güç ve büyüklük bakımından Borussia Mönchengladbach ve Leipzig’le kıyaslanabilecek düzeyde. Bu, başka bir yarışma.
JK: Thomas Tuchel’le ihtilafa düşmeseydiniz bugün İngiltere’de olmazdınız, değil mi?
SM: Farklı bir meydan okumayı kabul ederek buraya gelmek için pek çok pozitif nedenim vardı ancak Dortmund’dan ayrılmam için tek bir kötü neden yoktu. Tuchel’le yaşanan mazimiz, her şey üzerine daha derin düşünmemde belirleyici oldu sadece. Daha önce de Almanya ve İngiltere’den teklifler almıştım. Tanınırlığımın bu olayla yükselmesi bir paradoks bence.
JK: Siz Atleticolu Oliver Torres’in alınmasını istediniz ancak Tuchel buna karşı çıktı, bu yüzdendi değil mi?
SM: Hepimiz bu oyuncunun alınması gerektiğine karar vermiştik. Bütün işlemler tamamdı, Oliver de bu transferi istiyordu ve bu transfer için savaşmıştı. Ama sonra antrenörümüz onu artık istemediğini söyledi ancak benim için geri dönüşü olmayan noktaya gelinmişti. Eğer bir oyuncuyu transfer için ikna ettiysem, o noktadan sonra ondan vazgeçemem. Bu tamamen güvenilirlikle alakalı bir mesele. Gerçek bir tartışma yaşanmadı bile, olaylar o kadar büyümedi. Yalnızca bana artık antrenör ekibinin ve takımın etrafında görünmemem gerektiği bildirildi.
Kaynak: Die ZEIT