Phlip Cocu’nun geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe’den kovulmasından sonra ülkemizde son dönemlerde popülerleşen bir inanış tekrar canlandı: “Yabancı teknik direktörler ülkemizde başarılı olamaz!”

Bu yazıda thesefootballtimes.co sitesi yazarlarından James Kelly, Türkiye’de son dönemde popülerleşen bu inancın üzerine Türk futbolu hakkında detaylı bir inceleme yapmış. İnceleme sonucunu Türk futbolunun ilk yılları, 2000’lerin başları ve son döneminden örneklerle karşılaştırmış ve sebeplerini araştırıp bir makale haline getirmiş. Biz de TrScouts olarak bu yazıyı sizler için çevirdik.

Keyifli okumalar!

 

***

 

Mustafa El Kabir topu Harun Tekin’in üzerinden ağlara gönderip durumu 3-0’a getirdiğinde Philip Cocu başına gelecekleri biliyordu. Islıklar Şükrü Saraçoğlu’nda yankılanırken tarihinin en kötü başlangıcını yapan Fenerbahçe’de taraftarlar kızgınlıklarını bu şekilde yansıtıyordu. Ligin ilk 10 maçının ardından Süper Lig’de 15. sırada bulunan Fenerbahçe, son sıradan sadece iki puan yukarıdaydı.

Misafir takımın 3-1 kazandığı maçın final düdüğünden kısa bir süre sonra Fenerbahçe, Cocu ile yolların ayrıldığını duyurdu. Taraftarların sosyal medyada attığı mesajlar, bu karar hakkındaki hoşnutluklarını ortaya koyuyordu. Cocu kovulduğunda sadece 128 gündür takımın başındaydı ve İstanbul’da başarılı olamayan ve takımdan kovulan yüksek profilli teknik direktörler listesine eklendi. Cocu’nun kovulması yabancı teknik adamların tutkulu Türk futbol dünyasında uyumlu olmadığı iddiasını güçlendiren bir durum oldu.

Türkiye 1950’lerin sonunda görece geç bir vakitte futbolu profesyonelleştiren bir ülke olarak göze çarpıyor. Yabancı teknik adamlar, o zamanlarda bu dönemde oldukları gibi değillerdi. Hatta taktisyenlik yönleri daha güçlüydü ve daha iyi sonuçlar alırlardı. 2001’e kadar Fenerbahçe bir Türk teknik adamla şampiyonluk yaşamamıştı. Bunun yanında, 1983 ve 2007 arasında oynanan sezonlara baktığımızda ise sadece iki yerli teknik direktör ligi kazanma başarısını elde edebilmişti. Başarılı olan yerli teknik adamlar ise batıdan etkilenmişlerdi. 1960’ların Göztepe’sinden Adnan Süvari buna bir örnektir. Ayrıca Fatih Terim ve Mustafa Denizli’nin de futbolcu oldukları zamanda teknik direktörleri Jupp Derwall’den etkilendiklerini gözlemliyoruz. Jupp Derwall, çakıl taşları üzerinde antrenman yapan bir kulübe geldiğinde Türkiye’de devrim yapacak bir figur olarak görülüyordu. Derwall 1984 ve 1987 arasında bulunduğu Türkiye’de daha önce kullanılmamış en yeni antrenman metotları ve taktiklerini kullandı. Derwall’in kulüpte bıraktığı izi Galatasaray’ın antrenman sahasına onun adını vermesinden de anlayabiliriz. Derwall örneğini vatandaşı Karl-Heinz Feldkamp, Yugoslav Todor Veselinovic ve Beşiktaş’ta Gordon Milne örnekleriyle devam ettirebiliriz.

 

 

Bu gibi ikon olmuş isimlere rağmen son dönemde ortaya çıkan trend, Türk oyuncuların Türk teknik adamlarla daha iyi çalıştıklarını gösteriyor. Mustafa Denizli, çoğunluğunu Derwall’in kurduğu takımı Avrupa kupasında yarı finale taşıdı. Fatih Terim Galatasaray’la 2000’de UEFA Kupası’nı kazandı ve 2008 Avrupa Şampiyonası’nda Türk Mili Takımı’nın yarı final oynamasında başroldeydi. Şenol Güneş, 2002’de Dünya Kupası’nda Türkiye üçüncülük kazanırken takımın başındaydı. Yerli teknik adamların bu başarılarının yanında 2008’den beri Türkiye Süper Ligi’ni şampiyon tamamlayan takımın başında hep Türk bir teknik adam oldu. Bu sezona baktığımızda ise Fenerbahçe hariç ligdeki diğer takımların başındaki teknik adamların hepsinin Türk olduğunu düşünürsek, bu sezonun sonunda da bir Türk teknik adamın şampiyonluğa ulaşacağını tahmin edebiliriz.

Türklerin teknik adamlar konusunda sabırsız olmalarıyla adı çıkmış olduklarını göze alırsak, Türk teknik adamların kısa dönem beklentilerini yabancılara göre daha iyi anlayabildikleri söylenebilir. Yabancı teknik adamların başarılı olduğu geçmiş dönemlerde üzerlerinde daha az baskı vardı. O günlerin aksine artık başarı hemen bekleniyor ve gelen teknik adamın CV’si iyiyse bu beklenti daha da yükseliyor. Örneğin Aragones Fenerbahçe’ye 2008 yılında gelirken CV’sinde İspanya’yla kazandığı Avrupa Şampiyonluğu bulunuyordu. Alex, Emre Belözoğlu ve Roberto Carlos’un bulunduğu takıma İspanya gol kralı Daniel Guiza da eklenmişti. İspanyol teknik adamın görevi, bir önceki sezon Galatasaray’ın kazandığı lig şampiyonluğunu kazanmaktı. Ancak sezon sonunda takım ligi dördüncü sırada bitirdi ve Aragones kovuldu. Aragones hakkında çıkan bir söylenti, kadro seçiminde bütün kontrolün kendisinde olmadığı iddiasıydı. Temel sebep her neydi ise sadece teknik beceri ile açıklanamayacak bir durum söz konusuydu.

 

 

Bir başka İspanyol olan Vicente del Bosque, Beşiktaş’ta beklentileri karşılayamayınca Aragones’le aynı sonu paylaştı. Fakat bakıldığı zaman, 2004’te Beşiktaş’a geldiğinde CV’sinde 2 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu bulunuyordu. Beşiktaş kadrosunu John Carew, Juanfran ve Okan Buruk gibi isimlerle güçlendirmişti. Şöhretine ve ilk 11’e yeni katılan 7 oyuncuya rağmen del Bosque’ye sabır gösterilmedi. İlk geldiğinde, Lucescu’nun bıraktığı yerden Beşiktaş’ı başarılara taşımaya devam etmesi beklendi. Ancak bu del Bosque’nin ilk yurt dışı deneyimiydi. İlk 7 lig maçının sadece 1 ini kazanmış olmasından ötürü ona yapılan eleştiriler hiç bitmedi.

 

 

Aragones ve del Bosque’nin kariyerlerine baktığımızda çeşitli başarılara sahip iki teknik direktör görüyoruz. Ama bu başarılar, eğer bir Türk kulübünü şampiyonluk formuna hemen sokamıyorsanız bir şey ifade etmiyor. Ocak 2005’te kovulmasının ardından del Bosque kendisine yeterli vaktin verilmediğini düşünüyordu: “Son 9 maçın 7 sini kazandık, 2’sinde berabere kaldık. Sanırım Türkiye’de sabır eksik.” Ayrıca del Bosque’nin İngilizce veya Türkçe konuşamıyor oluşu da başka bir sıkıntıydı.

2009 yılında Galatasaray’ın başına geçen Frank Rijkaard’dı. Del Bosque, Rijkaard’ın Galatasaray’ın başına geçmesini mükemmel bir seçim olarak nitelendirmişti. Geçmişinde Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olan Rijkaard; Elano ve Abdel Kader Keita gibi isimleri Galatasaray kadrosuna kattı. İlk sezonun sonunda şampiyon olamamasına rağmen kovulmadı. Bir sonraki sezonda ise geçmiş sezonda gösterilen sabır ortadan kalktı. Sezona Süper Lig’de kötü bir başlangıç yapan Galatasaray, Avrupa Ligi elemelerinde Karpaty Lviv’e deplasman golüyle elendi. Bu sonuçların bedeli Rijkaard’a kesildi ve Ekim 2011’de kovuldu.

 

 

2014 yılında ise Cesare Prandelli’yi takımın başına getiren Galatasaray, bu ismi de 145 gün sonra kovdu. İtalyan teknik adam daha sonra Galatasaray’a gidişini yanlış bir karar olarak yorumlarken Türkiye’ye erken geldiğini ve kültür şokuna kendini yeterince hazırlamadığını söyledi. Buna benzer bir cümleyi del Bosque de kurmuştu. Türkiye’ye karşı sevgisiyle bilinin İspanyol teknik adam 2010 yılında şunları söylemişti: “Türkiye çok zor bir ortam”. Tam olarak ne söylemek istediği belirsiz olsa da bunun Türkiye’deki taraftarların doğasıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Taraftarların futbola duyduğu tutkuyu yabancılar pek anlayamıyor. Batılı hocaların Türkiye’ye gelişlerinde gerçeklere karşı gözlerini kapadığı söylenebilir. 1993 yılında Sir Alex Ferguson Türkiye’ye gelişleri hakkında şöyle söylemişti: “Türkler sevecen insanlar, Türkiye’ye gitmeyi dört gözle bekliyoruz.” Ancak havalimanına vardıklarında bir grup taraftar onları ellerinde “welcome to hell” pankartlarıyla karşıladılar. Bahse konu tutkunun bir başka örneğini Graeme Souness’ın 1996 yılında Fenerbahçe’nin stadının ortasına Galatasaray bayrağı dikmesinin sonucunda neredeyse saldırıya uğramasında görebiliriz. Hatta 2006 yılında Trabzonspor’da oynamış olan Marcelinho’nun, Trabzonspor taraftarlarının bir maç sonrası takım kazanmasına rağmen nasıl halen kendilerine sinirli olabildiğini anlamadığını ifade etmişti. 

 

 

Türk taraftarların maça etkisi Ferguson ve Mourinho tarafından açıkça dile getirildi. Ayrıca geçtiğimiz sezon RB Leipzig’in Beşiktaş’la Türkiye’de oynamış olduğu Şampiyonlar Ligi grup maçında Timo Werner, maçın ilk yarım saati dolmadan oyundan çıkmak istedi ve bunun sebebinin taraftarın çıkarmış olduğu sesten kulaklarının çınlamasını olduğunu söyledi. Takım arkadaşları da bu durumdan korkmuş olacaklar ki Vodafone Park’ta 2-0 kaybettiler.

Öte yandan, bu tutku eğer takım iyi gitmiyorsa kolaylıkla teknik direktöre karşı bir tutuma dönüşebiliyor; özellikle de teknik direktörden kupa veya kupalar kazandırması bekleniyorsa. Tabi ki burada bazı istisnalar mevcut. Karizmatik teknik direktör Slaven Bilic kupasız geçen iki sezonun ardından takımdan ayrıldı ve Beşiktaş taraftarının tutumu ona karşı kötü olmadı. Ancak genel olarak bakarsak, Türkiye’de alınan kötü sonuçlar neticesinde taraftarda oluşan hoşnutsuzluk diğer ülkelere göre çok başka bir seviyede seyrediyor.

 

 

Roberto Mancini’nin Galatasaray’da görevde olduğu 2013/2014 sezonunda, İtalyan teknik adam sıkça kovulması gerektiği ve Fatih Terim’in gelmesi gerektiği hakkında tezahüratlara maruz kaldı. 2014’ün mart ayında ligin son sırasında bulunan Kayserispor’a karşı alınan 1-0’lık mağlubiyet, Galatasaray’ı Fenerbahçe’nin 11 puan gerisinde bıraktı. Bu puan farkı birçok taraftar için çok fazlaydı ve Mancini’nin kovulmasına yönelik birçok pankart açıldı. Bu pankartların yanı sıra statlarda Fatih Terim’in – Galatasaray’a 4 lig ve 1 Avrupa kupası kazandıran adamın – gelmesini istediklerini belirten çokça pankart yer alıyordu.

Türk halkı medyanın yönlendirmeleriyle paralel düşünceye sahip olduğundan, Türk medyasının bu gibi olumsuzluklara çok da yardım ettiğini söyleyemeyiz. Schuster, Rijkaard ve del Bosque’nin aksine, Beşiktaş’ın teknik patronu olarak İstanbul’da geçirdiği 9 ay süresince medya mensupları ile birçok problem yaşadı. Basın toplantılarında girdiği sözlü atışmalar ve olumsuz söylemlerinin ardından halkın gözünde  olumsuz bir izlenim oluşturdu.

 

***

 

Başka bir incelenmesi gereken alan ise taktik. Taktiğin Türkiye’deki anlamı ve Avrupa’daki anlamı arasında fark olduğu gözle görülebilir şekilde belli. Bu fark Türkiye’de yetişmiş oyuncuların Avrupa maceralarında genelde başarısız olmalarından da anlaşılabilir. Fatih Terim’in AC Milan’daki dönemi hakkında Andre Pirlo’nun Fatih Terim taktiklerini “yetersiz” olarak yorumlaması da bu duruma örnek oluşturuyor.

Türk futbolu son dönemde yabancı teknik adamları karşı yabancılaşmış durumda. Nasıl Türkiye’de yetişmiş teknik adamlar başarısız oluyorsa dışardan gelen teknik adamlar da Türkiye’de başarısız oluyor. Del Bosque kendi taktiklerini takıma öğretemediğinden yakınırken Mancini Galatasaray’ı çok farklı bir kulüp olarak tanımlamıştı. Böyle değişken bir ortamda geriye sadece tek bir seçenek kalıyor; ya Türk tarzını benimsersin ya da kovulursun. Türk kulüplerine yeni fikirlerle gelmek en başta uyumsuzluk çıkarır, oturması için zaman gerekir. Bu durumun sadece iki istisnası var; biri Abdullah Avcı’nın Başakşehir’i diğeri ise etkileyici genç akademisiyle Altınordu.

Bu durum bizi tekrar Cocu’ya getiriyor. Takımın başına ilk geldiğinde Türk futbolunda devrimi gerçekleştirecek kıvılcımı atabileceğine inanılıyordu. Cocu’nun PSV’deki başarılarının ardından Fenerbahçe’ye gelmesi Ali Koç için başarılı bir başlangıçtı. Haziran 2018’de göreve gelen Ali Koç’un Aziz Yıldırımın’ın yaptıklarından uzaklaşması bekleniyordu ve Cocu’nun ardından alınan Barış Alıcı, Berke Özer ve Ferdi Kadıoğlu gibi genç yetenekler bunu destekler nitelikteydi. Cocu’nun bu gençlere şans verip takımı eski kimliğinden kurtaracağı ve başka bir kimliğe dönüştüreceği düşünülüyordu. Fakat 4 ayın sonunda hiçbir şey değişmedi. Getirilen bu üç genç isimden sadece Barış oynadı ve Cocu bu süre içerisinde kadroyu durmadan değiştirdiği için eleştirildi. Kulübe yeni gelmiş ve Türkçe konuşamayan biri için bu durum normal karşılanabilirdi. Diğer bir faktör ise kulübün içinde bulunduğu finansal dar boğazdı. Takımın önemli isimlerinden Fernandao, Giuliano ve Souza’nın Arap kulüplerine satılması da farklı oyuncuların denenmesindeki diğer bir faktördü. Ancak farklı oyuncuların denenmesi İstanbul’da iyi karşılanmadı. Fenerbahçe’nin şu ana kadar yarış dışı da kalması Ali Koç’un birkaç hafta öncesine kadar arkasında durduğu Cocu’yu kovmasına sebep oldu. Görünen o ki bundan sonraki dönemde takımın başına bir Türk gelecek ve takımın içindeki kaosla o savaşacak.

Cocu içinse bu durum yolun sonu olmaktan çok uzak. Guus Hiddink 1991 yılında yine Fenerbahçe’den kovulmuştu ancak buradan sonra Valencia, Real Madrid, Chelsea ve ülkesinin takımlarından PSV’yi çalıştırdı. Cocu kariyerinin sıradaki durağını beklerken Türkiye’den bu şekilde ayrılan ilk teknik adam olmadığını ve bu şekilde ayrılan son teknik adam da olmayacağını bilerek rahat bir şekilde dinlenebilir.

 

Kaynak: thesefootballtimes.co