Kanté, Mali göçmeni Fransız bir ailenin çocuğu olarak 1991 yılında Paris’te göçmenlerin yoğunlukta olduğu bir bölgede dünyaya geldi. Çevresindeki birçok ailede olduğu gibi onun da ailesi ciddi bir geçim sıkıntısı yaşıyordu ve hayatlarını yokluk içinde idame ettirmek durumundalardı. N’Golo da bu şartlar altında dünyaya gözlerini açan bir çocuktu.
Henüz 7 yaşında babasıyla çöp toplamak için sokak sokak dolanan Kanté, 1998 Dünya Kupası’nın Fransa’da düzenlendiği sıralarda futbolla tanıştı ve belki de bu, onun kaderini değiştirmişti. Çünkü o, mutlu sona ev sahibi Fransa’nın ulaşacağı futbolun en büyük turnuvası karşısında kelimenin tam anlamıyla büyülenmişti.
8 yaşına geldiğinde babası onu yerel bir futbol okuluna yazdırdı. Futbol oynamak için çok hevesliydi ve futbolcu olmak hayallerini süslüyordu. Fakat önünde önemli bir engel vardı: boyu. Kısa boylu bir çocuk olması, onu akranlarının arasında adeta görünmez kılıyordu. Ayrıca bu sorun ileride 3 farklı akademiden ret yanıtı almasına neden olacak ve uzunca bir süre boyunca futbol kariyerinin önünde önemli bir engel teşkil edecekti.
O, her zaman daha çok koşmak ve daha çok savaşmak zorundaydı.
11 yaşına geldiğinde ise çok sevdiği babasını kaybetti ve omuzlarına büyük bir yük bindi. İleriki yıllarda bu sorumluluğun da etkisiyle – futbolcu olamama ihtimaline karşın – muhasebe okuyacak ve ailesinin geçimini her şeyin önünde tutacaktı.
O yıllarda futbol kariyerini Fransa’da sürdüren Kanté; önce US Boulogne’e, ardından da 2013’te SM Caen’a transfer oldu.
İngiltere’ye transferinden önceki son durağı olan Caen’da çok başarılı iki sezon geçirdi ve ikinci sezonunda Avrupa liglerinde en çok top kazanan futbolcu oldu. Bu üstün performansı, kariyerinde kırılma noktasıydı.
Söz konusu sezonun ardından başta Premier League takımları olmak üzere birçok önemli kulüp gözlerini 24 yaşındaki Fransız’a çevirmişti. Fakat bu transfer rekabetinin yalnızca bir kazananı olacaktı ve 1,68 boyundaki yorulmaz orta saha, bir scouting transferi olarak 3 Ağustos 2015’te Leicester City’e yaklaşık 9 M €’ya transfer olacaktı.
Kanté: Bir Scouting Başarısı
Fransız futbolcu, Caen’daki başarısıyla dikkatleri üzerine çekse de bir anda Premier League’e sıçrayış yapması birçok açıdan riskli bir hareketti. Zira o zamanki şartlar altında değerlendirdiğimizde; çok kısa bir süre öncesine kadar Fransa’nın alt liglerinde top koşturmuş ve kısa boyunun dezavantajını doruklarda yaşamış, 1. lig seviyesinde yalnızca bir sezon top koşturmuş, milli formayla henüz tanışmamış, yurt dışında hiç top oynamamış ve özellikle de sıkı bir dindar olduğundan kültürel değişime nasıl adapte olacağı belirsiz olan bir oyuncuydu. Fakat Leicester’ın gözlemcileri tüm bu risklerin yanında potansiyelini de göz önünde bulundurarak oyuncunun transfer edilmesi yönünde rapor sundu ve hikayenin geri kalanı birçoğumuzun malumu.
Vardy, Mahrez ve Kanté’nin transferlerinde başrol oynayan isimlerden biri, eski Leicester gözlemcisi Steve Walsh’tü. Walsh, Everton’ın resmî sitesine verdiği röportajda, bir oyuncuyu izlerken ve transferine öncülük ederken ele aldığı stratejileri dile getirdi. Gelin tecrübeli gözlemcinin açıklamalarından öne çıkan satır başlarına göz atalım:
*Oyuncunun karakteri, en az yeteneği kadar önem taşır.
*Bir futbolcunun top ayağındayken ne yaptığından çok top ayağında değilken neler yaptığı önemlidir.
*Futbolcu gerektiğinde paçaları sıvamaya ve sorumluluk almaya hazır olmalıdır.
*Takımda hem tecrübeye sahip hem de coşku ve tazelik getirecek genç oyunculara ihtiyaç vardır.
*Günümüzün futbolcu transferleri teknik direktörlerin ve futbolcu transfer ekibinin (scouting’i de içeren) iş birliği ile gerçekleşmelidir. Bu, tamamen güven ve birliktelik ile ilgilidir.
*Scouting transferini başarılı kılan, takımın halihazırda sahip olduğu kişilikleri ve yetenekleri tamamlayabilen oyuncular bulabilmektir. Çünkü takım dengesi çok önemlidir.
Yukarıdaki söylemleri göz önünde bulundurduğumuzda, aslında Kanté’nin bu tanımlara ne kadar uygun bir oyuncu olduğunu görebiliriz. Fakat özellikle de son maddeye dikkat edersek; Leicester gibi mütevazı bir takıma gelen ve kendisiyle benzer kariyer geçmişlerine sahip Vardy, Mahrez gibi oyuncularla aynı sahayı paylaşan Kanté, “karakteri” ile takım içerisindeki ahengin bir parçası haline kolayca gelebildi. Aynı zamanda defansta kapasitesi sınırlı olan Wes Morgan, Huth gibi oyuncuların önüne monte edilmesi, defansif “yeteneği” sayesinde takımının tamamlayıcı dişlisi olabilmesini sağladı.
Birleşik Krallık’taki ilk sezonunda, Leicester’ın 134 yıllık köklü tarihinde aldığı ilk ve tek şampiyonluğun mimarlarından birisi oldu. Fakat sezon sonu geldiğinde tüm gözler takımın parlayan hücumcuları Vardy ile Mahrez üzerindeydi ve anbean bu isimlerin büyük takımlara transferi konuşuluyordu. Nitekim bu hengamede onlar değil; Kanté, sessiz sedasız Chelsea’ye transfer oldu.
Ertesi sezon Chelsea ile gelen şampiyonluk, Birleşik Krallık vatandaşı olmayan bir futbolcunun Premier League’de arka arkaya 2 kez şampiyon olmasını sağladı. Futbol tarihinde 2. kez yaşanan bu başarıyı ilk yakalayan isim ise bir diğer Fransız oyuncu Eric Cantona idi.
Aynı zamanda Fransız orta saha, Profesyonel Futbol Oyuncuları Birliği (PFA) tarafından “Yılın Oyuncusu” ödülüne layık görüldü. Aynı mevkide oynayıp, bu ödüle layık görülen son oyuncu 2000 yılında Roy Keane olmuştu. Ayrıca Kanté, John Terry (2005) ve Eden Hazard’ın (2015) ardından Chelsea’de oynayıp bu ödülü kazanan 3. isimdi.
2018’e geldiğimizde ise bir futbolcunun erişebileceği en görkemli kupa ellerinde yükselmişti; Dünya Kupası… Kanté için futbol, 1998 Fransa Dünya Kupası ile başlamıştı. O zamanlar henüz küçücük bir çocuktu ve sokakta çöp topluyordu. Bundan tam 20 yıl sonra ise, Mali asıllı N’Golo’nun elinde çöp değil; Fransa adına kazandıkları Dünya Kupası yükselmişti.
Ve bundan yalnızca 5-6 sene önce Kanté, Fransa 3. liginde oynayan bir oyuncu idi, hatta ilk profesyonel maçına yalnızca 6 sene önce çıkmıştı…
Özellikle de bu bakış açısıyla yaklaşıldığında, Fransız futbolcunun son yıllarda kazandığı başarıların yanına Dünya Kupası da eklenince akıllara o soru gelmeye başlamıştı: acaba dünyanın en iyi oyuncusu olarak ödüllendirilecek mi?
Birçok futbol otoritesine göre Kanté, Fransa ile yaşadığı Dünya Kupası sevincinin ardından Ballon D’or için yarışacak ilk üç isimden biri olmalıy. Fakat şu bir gerçek ki takımın yükünü taşıyan, yaptıklarıyla takımın en kritik dişlisi haline gelmiş, deyim yerindeyse “futbolun emekçisi” olan isimlerin böylesi ödüllere layık görülmesi pek sık rastlanan bir durum değil, ne yazık ki. Pogba’nın da söylediği gibi “sahanın her yerinde bitivermesi ve belki de 15 akciğer taşıyor olması”, Ballon D’or için hiçbir zaman yeterli olmayabilir. Bu konuda Kanté’nin eski hocası Antonio Conte’nin görüşleri ise şöyle;
Kanté, futbol karakterinden dolayı hayatı boyunca bu ödülü (Ballon D’or) kazanabilir mi, bilmiyorum. Çok gol atmıyor ama çok iyi çalışıyor. Bir teknik direktör olarak Kanté’nin kazanması gerektiğini düşünüyorum fakat gerçekçi olmak gerekirse bu biraz zor olabilir. Paolo Maldini hiç kazanamadı ama o dünyanın en iyi defansıydı. Gianluigi Buffon hiç kazanamadı ancak yıllarca dünyanın en iyi kalecisiydi. Ama, Ballon D’or’un hikayesi de bu…
Oldukça dindar, içine kapanık, mütevazı, kimseye zarar vermeyen, sürekli gülümseyen ama utangaç, kendi halinde bir futbolcu olan Kanté; kazandığı paralara ve elinde bulundurduğu imkanlara bakılınca, diğer futbolcuların şaşalı hayatına kıyasla son derece “sade” bir hayat yaşıyor. Örneğin, yalnızca sıradan bir araba (Mini Cooper) kullanıyor olması bile sahip olduğu tevazuunun basit bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Hatta geçenlerde camide tanıştığı bir hayranının davetini kabul edip evinde yemek yemesi ve ardından ev sahipleriyle FIFA oynayıp spor programı izlemesi günlerce konuşulmuş ve futbolseverlerde hayranlık uyandırmıştı.
https://twitter.com/jahrul999/status/1041473173026480128
Ayrıca onu taraftarlar kadar seven takım arkadaşlarından bahsetmemek olmaz. Birçoğunu kendisi gibi göçmen aile çocuklarının oluşturduğu Fransız Milli Takımı’ndaki takım arkadaşları, ona olan sevgilerini anlatabilmek ve güldürebilmek için onun adına bir şarkı besteledi ve bu beste 2018 Rusya Dünya Kupası’nın en akıllarda kalan hatıralarından biri haline geldi!
Quand le Stade de France reprend la chanson de N'Golo Kanté avec les Bleus 😍 pic.twitter.com/i6cJGQxaFI
— L'ÉQUIPE (@lequipe) September 9, 2018
Bestenin sözleri şöyle;
O kısa, o iyi,
O Leo Messi’yi durdurdu,
Ama hepimiz biliyoruz ki o kart oyunlarında hile yapıyor! (Oysa ki Kanté kart oyunlarında sadece biraz fazla hırslı olduğunu söylüyor)
“N’Golo Kanté” (meraklısı için bestenin orijinali burada)
Kabul edelim, Fransızca versiyonu kulağa çok daha hoş geliyor…
Hayatı boyunca yaşadığı zorluklardan mı yoksa karakterinden mi kaynaklandığını bilemiyoruz fakat Kanté’nin utangaç yapısı tüm samimiyetiyle bizlere yansımış durumda. 27 yaşındaki oyuncunun çekingen yapısıyla ilgili en çok konuşulan konuların başında ise Dünya Kupası’nı kazandıkları akşam yaşanan olay geliyor. Finalde Hırvatistan’ı 4-2 yendikleri maçın ardından Fransız futbolcular için çok çalıştıkları o kupa ile kameralara poz vermek hiç şüphesiz en mutlu anlardan biri olacaktı. Kanté için de öyle olsa gerekti… Fakat çekingenliği nedeniyle arkadaşlarından bir türlü kupayı almaya cesaret edememişti. Takım arkadaşları sırayla pozlarını verirken o hep grubun arkasında kalmış ve öylece olan biteni izlemekle yetinmişti. Ta ki takım arkadaşı Nzonzi durumu fark edene kadar… Kanté’nin utangaç kişiliğini bilen Romalı orta saha, kupayı diğer takım arkadaşlarının elinden alarak Kanté’ye verdi ve çekingen dostunun o akşamı ölümsüzleştirmesini sağladı.
Here you can see the scenario play-out quite clearly. pic.twitter.com/AWegSYJ1q6
— Get French Football News (@GFFN) July 16, 2018
Aslında bu olay onun ilk kez yaşadığı bir durum değildi. Daha çocukken oynadığı takımla bir kupa kazanmışlardı ve takım arkadaşları coşkuyla kupayı kaldırıyordu. Fakat o yine bir adım geride, yine yüzünde o masum gülümsemesiyle sevincini bir-iki adım geri planda yaşamayı tercih ediyordu.
Milli takımdan arkadaşı olan Samuel Umtiti, bu konu hakkında şöyle diyor: “O, gölgeler içine çalışan birisi. Biz de onu ışığa çıkarmamız gerektiğini hissediyoruz.” Aslında bu sözden anlaşılması gereken, Kanté’nin işini ne kadar iyi yaparsa yapsın büyük bir tevazu içerisinde yapıyor olduğu. Onu en farklı kılan noktaların başında, hiç göz önünde olmadan, sade bir yaşantıyla, yalnızca işine odaklanabilmesi geliyor. Umtiti’ye göre takım arkadaşlarının onu ön plana çıkarmaya çalışması ve zaman zaman onunla uğraşmaları aslında Kanté’yi biraz kızdırıyor. Fakat onu güldürebilmek, takım arkadaşlarını çok keyiflendiriyor.
Umarım yüzünden gülücükler hiç eksik olmaz.