Türk futbolu, özellikle son 25 sene içinde hem kulüpleri hem de milli takımı ile hafızalardan asla silinmeyecek maçlara şahitlik etti. Biz de TrScouts olarak “gözden ırak olan gönülden de ırak olur” sözünü de dikkate alarak bu unutulmaz maçların incelemelerini ve taktiksel analizlerini sizlerle paylaşacağımız bir seriye başlıyoruz.

Türk futbol tarihinin en unutulmaz maçı hangisidir diye sizlere soracak olsak muhtemelen en fazla cevabı alacak olan maç ile, Euro 2008’deki Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçı ile de bu serinin başlangıcını yapıyoruz.

Türkiye’nin Euro 2008 macerasında İsviçre maçıyla yazmaya başladığı mucizelerle dolu “geri dönüşler” hikayesinin benzersiz kesitlerini sunan bu maçın incelemesi sizlerle.

 

Turnuva Öncesi

Türkiye, Euro 2008 Elemeleri C grubunda, son turnuvanın şampiyonu Yunanistan’ı Atina’da 4-1 yenmiş olsa da turnuva biletini son hafta Ali Sami Yen’de Bosna Hersek’i 1-0 yenerek alıyor ve Yunanistan’ın arkasından turnuvaya gidebiliyordu.

Bu turnuva, Türkiye’nin katılacağı üçüncü Avrupa Şampiyonası’ydı. Tarihimizde ilk kez katıldığımız 96’da acemiliğimizin kurbanı olarak ne gol atabilmiş ne de puan alabilmiştik, yalnızca İrlanda’yı değil “içimizdeki İrlandalılar”ı da yenip katıldığımız ikinci turnuvamız Euro 2000’de ise önce İsveç karşısında puanla tanışmış daha sonra ise ev sahibi Belçika’yı yenip adımızı çeyrek finale yazdırmış, burada Portekiz’e takılmıştık ama gelişim çok barizdi. Euro 2004’ü ise pas geçip komşuyu kazanırken izlemiş, Euro 2008’e hazırlanmaya başlamıştık.

Rakip Çek Cumhuriyeti ise elemeleri Almanya’nın önünde bitirerek turnuvaya gümbür gümbür geliyordu adeta. Zaten uluslararası turnuvalarda bize göre çok daha tecrübeli bir takımdılar ve 2004’te yarı finale kadar yükselirken bizim ilk turnuvamız olan 96’da finalist olmuşlardı.

İsviçre ve Avusturya’nın ev sahipliğinde düzenlenecek bu Avrupa Şampiyonası’nın kura çekimleri, 2 Aralık 2007’de İsviçre’nin Luzern kentinde yapılmış ve Türkiye; ev sahibi İsviçre, son turnuvanın yarı finalisti Çek Cumhuriyeti ve Eurolar’daki gedikli rakibi Portekiz ile aynı gruba düşmüştü.

Euro 2008 grupları

Maç Öncesi

A Grubu’nun ilk hafta maçlarında Ay-Yıldızlılarımız Portekiz ile, Çek Cumhuriyeti ise ev sahibi İsviçre ile karşılaştı.

Türkiye, ilk yarısı berabere biten maçta Portekiz’e Pepe ve Raul Meireles’in golleriyle 2-0 boyun eğerken bu iki ismin dışında Bosingwa, Simao, Fernando Meira, Nani, Bruno Alves, Hugo Almeida ve Ricardo Quaresma gibi daha sonra ülkemizde oynarken de izleyeceğimiz 7 oyuncu Portekiz kadrosunda yer alıyordu.

Çek Cumhuriyeti ise ev sahibi İsviçre’yi tek golle geçerek turnuvaya iyi bir başlangıç yapmıştı.

A Grubu ilk maç sonuçları

İkinci hafta grubun güçlü ekibi Portekiz ile karşılaşma sırası Çek Cumhuriyeti’ndeydi ve Portekiz, bu sefer de Çekler’e 2 fark atıyor, maçı 3-1 kazanıyordu.

Milli takımımız ise kaybettiği takdirde iki takımın da kesin olarak turnuvaya veda edeceği maçta, gurbetçilerimizin yoğun desteği sayesinde ev sahibi İsviçre karşısında kendisini konuk takım gibi hissetmiyor fakat yoğun yağış altında adeta göle dönen sahada kimse ne oynadığını anlamazken Volkan’ı geçen Eren Derdiyok’un pasında Hakan Yakın topu boş kaleye gönderiyor, işimiz de artık iyiden iyiye mucizelere kalıyordu.

İkinci yarı zemin biraz daha kurumuş, futbol oynanabilir hale gelmişti. Devrenin başında oyuna giren Semih, Nihat’ın ortasında muhteşem yükselmiş altının ortasıyla topu kaleye sokmuştu ve umutları tekrar yeşertmişti. Fakat beraberlik bir anlam ifade etmiyor, daha fazlası gerekiyordu ve o daha fazlası, Arda’nın bireysel çabasıyla 90+2’de gelecekti. Onun önünü boşaltıp vurduğu top, savunmaya da çarpıp ağlarda kalan su taneciklerini düşürürken Türkiye’nin hikayesi de yazılmaya başlanmıştı.

A Grubu ikinci maç sonuçları

İkinci maçlar sonunda A Grubu’nda oluşan tabloda Portekiz gruptan çıkmayı garantilemiş, ev sahibi İsviçre turnuvadan ilk elenen takım olmuştu. Umudunu son anda yeniden dirilten ve son maça taşıyan Türkiye ile Çek Cumhuriyeti de gruptan çıkmak üzere kozlarını paylaşacak ve bu iki takımın mücadelesinden galip çıkan, çeyrek final biletini kapacaktı. Tam bir “winner takes all” maçıydı. Her iki takımın da puanları ve attıkları ile yedikleri goller eşit olduğundan maçın 90 dakika sonunda berabere bitmesi halinde ise hemen seri penaltılara geçilecekti.

Türkiye aslında turnuva boyunca musallat olan sakatlık belasının ilk izlerini her maç gördü, Fatih Terim muhtemelen sadece Portekiz karşısında ideal 11’ini sahaya sürebildi. Hem fiziksel hem mental açıdan aşırı yorucu geçen İsviçre maçı her ne kadar kazanılmış olsa da bir yandan da bizi tüketmişti. Kaptan Emre Belözoğlu ve Gökhan Zan’ı yalnızca Portekiz karşısında kullanabilmiştik, İsviçre maçı sonrası ise Tümer’i kurban vermiştik ve bu isimlerden faydalanamayacaktık. Hakan Balta, Servet Çetin, Emre Aşık gibi isimlerde de sıkıntılar vardı ve durumları maç saatinde belli olacaktı.

 

İlk 11’ler ve Takım Yerleşimleri

Takımların sahaya dizilişleri

Türkiye, İsviçre maçının devre arasında oyuna dahil olarak maçın gidişatını lehimize değiştiren Mehmet Topal ve Semih Şentürk ile maça başlıyor, İsviçre maçını kazanan 11’den yalnızca Emre Aşık, sakatlığı nedeniyle kulübeye geçerek yerini milli formayı ikinci kez giyecek olan Emre Güngör’e bırakıyordu. İsviçre maçında ön liberoyu ve forveti ikileyip oyunu kanatlara atılan toplar üzerinden ilerletmemiz iyi sonuç vermişti, bu maçta da 4-2-2-2 ile yerleşerek bu planı uygulamayı hedefliyorduk.

Çek Cumhuriyeti’nin sakatlıktan yoksun kadrosunun iskeleti ise belliydi. Her iki maçta da 4-3-3 dizilişi tercih edilmiş, Portekiz maçında Koller’in yerine Milan Baros ilk 11’de başlamıştı. 2,02’lik dev Jan Koller, Portekiz maçında yedek başlasa da takımın santrforda birinci tercihiydi ve Rosicky’nin sakatlığı nedeniyle olmadığı turnuvada hücumlar onun ve ona atılan uzun topların üzerinden şekilleniyordu. Her ne kadar maç öncesi Koller-Baros ikilisinin kullanılabileceği iddia edilse de teknik direktör Karel Brückner, orta saha bütünlüğünü korumayı tercih ediyordu.

Maç tam olarak beklendiği gibi başlıyor, ileri şişirilen bir topu Koller indirince şut fırsatı yakalayan Çekler henüz 10.saniyede kalemize şut atmayı başarırken biz de rakibimizin nasıl oynamayı planladığına dair ipuçlarını alıyorduk. İlerleyen dakikalarda Türkiye, uzun topları kanatlara açılan santrforlar Semih ve Nihat’a veya sağ kanattaki Tuncay’a göndererek etkili olmaya çalışırken Çek Cumhuriyeti Koller’e oynama isteğini devam ettiriyor, bu uzun topların ardından tehlikeli noktalardan serbest vuruş da kazanıyordu ki bu da Koller’i topla buluşturmak için kullandıkları yöntemlerden bir tanesiydi. İlk 13 dakikada 4 duran top kullanan Çekler, bunların 3’ünde toplara ilk dokunan olmayı başarıyordu.

Hem orta alanda direnç yaratılması hem de Koller’e karşı hava toplarında takımın yüksekliğini arttırmak gibi beklentilerle ilk 11’de başlayan Mehmet Topal henüz 6.dakikada, Mehmet Aurelio ise 10.dakikada sarı kart görünce planlarımızı maçın geri kalanında biraz daha dikkatli uygulamak zorunda kalıyorduk.

 

Türkiye’nin rakip yarı sahaya dizilişi 4-2-4 şeklinde ve takım bu şekli aldığında top direkt paslarla ileri taşınıyor.

Çek Cumhuriyeti, topu karşılarken Koller’in ileride yalnız kaldığı bir 4-1-4-1 dizilişini benimsemiş durumda.

Türkiye’nin 4’lü hücum hattına ve Çek Cumhuriyeti’nin topu karşılarken aldığı 4-1-4-1 şekline bir diğer örnek.

 

Oyun Planları

1. Yarı

Maça nispeten baskılı bir şekilde başlayan Çek Cumhuriyeti’nin o ilk rüzgarını kesmek önemliydi ve ilk 25 dakikada Çek Cumhuriyeti her topu Koller’e uzun oynayıp daha direkt bir tarzla baskısını arttırmayı hedeflerken Türkiye ise kaptığı toplarda daha sakin kalıp gerektiği yerde savunmada yan paslar yaparak topu dolaştırıyor ve ilk çeyreği böyle tamamlıyordu.

Her ne kadar Türkiye daha ayağa pasa yönelik oynamak istese de forvet hattı ile savunma hattını birleştirecek ara hattın kurulmasında sıkıntı yaşanıyor, zaman zaman Arda ve hatta bazen Semih topu almaya savunmaya kadar geliyordu. Bu bağlantı sorunu nedeniyle takımımız da kanatlara açılan santrforlar veya Tuncay’a atılan uzun toplarla rakip yarı sahaya yerleşmeyi amaçlıyordu.

Topu ileri oynama hevesiyle önüne alacak olan Servet, markaj altındaki Aurelio ve Mehmet Topal’a oynayamadığı, uzun da göndermek istemediği için yan pas yapmak zorunda kalıyor.

İkinci görüntüde Arda’nın savunmaya kadar gelmesi, üçüncü görüntüde de Semih’in hiç de adeti olmamasına rağmen orta sahaya kadar sarkması, Türkiye’nin topun ileri taşınması konusundaki çaresizliğini özetleyen anlar. Bütün bu görüntülerin ardından oyuncularımız topu yerden ileri taşımak yerine uzun oynamak zorunda kalıyorlar.

 

Çek Cumhuriyeti’nin orta sahanın merkezinde 3’e 2’lik bir üstünlüğü bulunsa da Çekler, ortadan ilerlemeyi tercih etmiyor, Koller’i buluşturabilecekleri en tehlikeli fırsatları yaratmak için kanatlardan faydalanıyorlardı. O dönem Milan’da oynayan sol bek Jankulovski ile Juventus’un oyuncusu olan sağ bek Grygera’nın ileri çıkışlarını, önlerinde oynayan Plasil ve Sionko gibi hem ortaya kayabilen hem de bekleri beslemesini iyi bilen oyuncuların servisleriyle değerlendirmek ve özellikle Jankulovski’nin etkili ortalarıyla da Koller’i buluşturmak istiyorlardı.

 

Yukarıdaki iki görselle özetlenen şekilde sol kanattaki Plasil’in ortaya kayarak Jankulovski’ye alan açması ve girdiği verkaçla da arkadaşına pozisyonu hazırlaması, Jankulovski’ye iyi bir orta fırsatı yaratıyor. Bu orta etkili olamasa da top, ters kanatta bir diğer Çek’e geliyor ve içeri çevrilen topu, Servet uzaklaştırıyor.

 

İlk yarım saati özetlemek gerekirse maç dengeli geçiyor, iki takım da birbirlerinin hücum planlarını çözmüş gibi görünüyordu. Koller, kariyerini üzerine inşa ettiği özellikleriyle atılan her uzun topu ya kafasıyla ya da göğsüyle arkadaşlarına indiriyor, indiremediği toplarda da faul almasını başarıyordu. Beklerin çıkışlarını orta alan oyuncularının servisleriyle ödüllendirmek ve etkili ortalar yapmak isteyen Çekler, bu sayede Koller’in ceza sahası etkinliğinden de daha ölümcül şekilde faydalanmak istiyorlardı.

Türkiye ise her ne kadar ayağa pasla savunmadan çıkış adına birkaç iyi örnek sergilese ve hatta topla oynamada yakaladığı 58-42 üstünlükle böyle oynamaya niyetli olduğunu gösterse de savunma ve hücum arasındaki bağlantıyı sağlayamıyor ve stoperlere yapılan göstermelik baskılar sonucu topu uzun oynamak ve sağ kanatta Jankulovski’yle eşleşen Tuncay’ın hava hakimiyetine güvenmek zorunda kalıyordu.

Derken önce 33.dakikada soldan ileri çıkan Jankulovski’nin ortasında Çekler tehlikeli oluyor, hemen ardından 34.dakikada ise tam da beklediğimiz şekilde Çek Cumhuriyeti golü geliyordu. Sağ bek Grygera’nın ileri çıkışını gören Matejovsky, Grygera’nın önüne topu yuvarlıyor, Grygera da ceza sahasında Emre Güngör ile Servet’in çok yakın markajı altındaki Koller’e ortalayarak Çekler’in ilk golünün asistini yapıyordu. Aslında Türkiye bunu bekliyordu ve çalışmıştı da, Emre Güngör adeta yapışık duruyordu Koller’e fakat 2,02’lik dev, golü getiren kafa vuruşunu yaparken hiç zorlanmadı. 1-0.

İlk yarı bu skorla tamamlanırken takımımız iyi bir görüntü vermiyor, maçın anlatıcısı Erdoğan Arıkan ile Ömer Üründül ise “tabi futbolun içinde her şey var, ne olacağı belli olmaz” gibi karamsar cümleler kurarak umutsuzluklarını saklayamıyorlardı. Bir şeylerin değişmesi gerektiği açıktı ama neyin?

 

2. Yarı

İkinci yarıya Çekler, Koller üzerine inşa ettikleri planları tıkır tıkır işlediğinden olsa gerek herhangi bir değişiklikle başlamadılar.

Türkiye’de ise bahsettiğimiz hatlar arası kopukluk çok barizdi ve Fatih Terim’in hamlesi de buna yönelikti. İkinci yarı Semih sahaya çıkmazken Sabri onun yerini alıyordu. Düz mantıkla baktığımız zaman gerideyken santrfor oyundan çıkmıştı fakat Sabri’nin sağ kanada, Tuncay’ın ise orta alana daha serbest bir rolde oynamak üzere geçmesi, Türkiye adına hücumdaki temel sıkıntı olan hatlar arası kopukluğu çözmek amacıyla yapılmış bir hamleydi ve karşılığını da verdi. İkinci yarının ilk 10 dakikası Türkiye’nin kontrolünde geçiyor ve takımımız ilk yarının tamamında yapamadığı kadar iyi rakip alana yerleşiyordu.

 

Türkiye’nin sırasıyla ilk ve ikinci yarılardaki sahaya dizilimi

Tuncay’ın orta alana kaydırılması ve Sabri’nin oyuna alınması ile bu iki ismin pres gücünden faydalanmaya başlayan Türkiye, takımın da daha kompakt bir hale gelmesiyle önde yaptığı baskıyı daha verimli uygulamaya başlıyor, bu sayede Çek Cumhuriyeti’nin Koller’e rahat rahat uzun oynayarak bizim sahamıza yerleşmesine ve hücumlarını böyle şekillendirmesine engel olunuyordu.

Çek Cumhuriyeti’nin sol stoperi Rozenhal’e ilk yarı ve ikinci yarı uygulanan presin farkları. İlk yarıda herhangi bir presle karşılaşmayarak topu rahat rahat Koller’e oynayan Rozenhal, ikinci yarıda Sabri’nin presine maruz kaldığı bu pozisyonda topu geri oynamak zorunda kalıyor.

Kaybedilen bir topun ardından yine Sabri ve Tuncay’ın başrolde olduğu ön alan baskısına bir örnek.

 

Türkiye 2.yarıya hem ayağa pas yaparak hem de savunma-hücum bağlantısı sorununu gidererek tam da istediği gibi iyi başlamıştı ve rakip yarı alanda daha iyi yerleşiyor, burada daha fazla vakit geçirmeye başlıyorduk. Hücum ettiğimiz kalenin arkasındaki taraftarlarımızın gittikçe artan coşkusuyla beraber bulduğumuz pozisyonlar giderek daha tehlikeli bir hal alıyordu. İkinci yarının ilk 10 dakikasındaki bu baskılı oyun meyvesini de vermeliydi ve belki de bunun için 57.dakikada Colin Kazım, Mehmet Topal’ın yerine oyuna giriyordu ve gol atma arzumuzu açıkça ilan etmiş oluyorduk. Bu değişiklikle birlikte Kazım sağ kanada geçip Sabri sağ beke kayarken maçı değiştirecek kilit hamle olarak Hamit de orta sahanın ortasına geçiyordu ve takım şu şekli alıyordu:

Bu dizilişle takım zaten yerleştiği rakip yarı alandaki etkinliğini Hamit ve Tuncay’ın katkıları ile arttırarak oyunu tamamen karşı kaleye yıkabilir ve Kazım’ın ceza sahası girişleriyle de sonuca gidebilirdi.

 

Bu esnada 60.dakikada Emre Güngör’ün sakatlanarak oyunu terk etmek zorunda kalması sadece yakaladığımız bu momentumu kaybetmemize sebep olmuyor, aynı zamanda üzerimizdeki kara bulutları da sorgulatıyordu. Zaten stoper mevkinde sakatlıklardan dolayı alternatiflerimiz azalmıştı; Gökhan Zan hiç oynayamıyor, Servet sakat sakat oynayabiliyor, Emre Aşık da kafası bandajlı şekilde kulübede bekliyordu. Bu maçta da ikincisi daha 2 dakika önce olmak üzere iki değişikliğimizi yapmıştık ve sonuncusunu da zorunluluktan, yarı sakat bir oyuncumuzu oyuna alarak yapmak zorundaydık, Emre Güngör’ün yerine Emre Aşık oyuna girecekti.

Fakat biz bu değişikliği yapana kadar bu hali hazırda kötü senaryo daha da berbat bir hal aldı. Emre Güngör’ün oyunu sedyeyle terk etmesinden sonra 10 kişiyle geçirdiğimiz 3 dakikanın sonunda Çek Cumhuriyeti, önce Koller’i karşı karşıya pozisyona sokarken ayaklarını kafası kadar iyi kullanamayan Koller kaleyi bulamıyordu fakat Çekler, bunun hemen ardından yine sağ kanattan gelişen bir atakta yapılan ortayı bomboş kalan Plasil ile buluşturuyor ve Plasil de düzgün bir vuruşla skoru 2-0’a getiriyordu. Biz hakeme isyana giderken Çekler çeyrek final hayalleriyle sevinmeye başlıyorlardı.

Düşünün; geride olduğu maçın ikinci yarısına yaptığı hamlelerle mükemmel giren bir takım, gümbür gümbür geliyor ve aradığı gol için şansını arttırmak üzere bir değişiklik daha yapıyor. Bundan yalnızca 2 dakika sonra ise zaten alternatifinizin olmadığı bir mevkideki oyuncunuz sakatlanıyor ve onun yerine kafasındaki bandajıyla oyuna girecek bir savunma oyuncusunu sahaya sürerek hamle şanslarınızı henüz 63.dakikada bitirmek zorundasınız ve skor 2-0 aleyhinize.

Bu maç bu noktadan sonra çok farklı yerlere gidebilirdi, zaten Çek Cumhuriyeti’nin fırsatları ve direkten dönen bir pozisyonu var. Maç artık taktiksel bir kapsamdan çıkmış ve tamamen oyuncuların mental kuvvetini test eder bir hal almıştı. İkinci yarı başındaki hevesi çok acı bir şekilde kırılan Türkiye, ikinci yarı başlarken uygulamaya karar verdiği plana hala sadıktı fakat bunu oynayacak zihinsel güç ve kararlılık gerekliydi. Oyuncular tüm çabalarıyla iyi işler yapmaya gayret etseler de çok basit paslar yerini bulmuyor, çok basit top kayıpları yapılıyor, taçlar kısa kalıyordu ve Çekler, skorun doğal bir sonucu olarak presi azaltıp daha geri çekiliyorlar ve hücumda da hala Koller’i bulmaya çalışıyorlardı.

Çek takımının 2-0’lık skorun avantajıyla geriye çekildiğini ve ön alanda baskı yapmadığını görüyoruz. Burada ayrıca Plasil ile Polak’ın maçı sürdürdükleri mevkileri değiştirdiğini de görmekteyiz, bu değişikliğin etkilerine daha sonra değineceğim.

 

Türkiye takımı, o gün sahadan rezil olarak dahi ayrılabilirdi fakat 2.golün hemen ardından topu hızlı başlatıp oyuna devam etme isteğini gösteren Tuncay’ın hırsı ve arzusu, bayrağı kırılan yardımcı hakeme yeni bayrağını götürürken dahi gözlerinden okunuyor ve onun kafasındaki “biz bunları yeneriz” düşüncesi bütün takıma yavaş yavaş sirayet etmeye başlıyordu. Fitili ateşleyen, Arda’nın golü oldu. Gol, planladığımız şekilde; orta alana kaydırılan Hamit’in, rakip ceza sahasına yaptığı bir koşuyla hazırlanmış ve Arda’nın düzgün vuruşuyla da takımımız, yenen ikinci golün etkisiyle ortaya çıkan sarsılmış ve dağılmış görüntüden kurtularak ikinci yarının başındaki kararlılığa geri dönmüştü.

Aslında Çekler, zaten sağlam olan savunma hattını, 2-0 öne geçince daha da birbirine yaklaştırmışlardı ve Türkiye’nin boşluk bulması oldukça zordu fakat gol öncesi Hamit’in, önce topu bir vücut çalımıyla önüne alıp Polak’tan kurtarması ardından da savunması Polak’a göre daha zayıf Plasil’in arkasına sarkıp Kazım’ın kenara kayarak açtığı boşluğu değerlendirmesi, golün hazırlayıcısı olmuştu. Golde ayrıca Tuncay’ın ceza sahasına yaptığı koşunun Grygera’yı ortaya yöneltmesi, Arda’yı arka direkte bomboş bırakıyor ve o da düzgün bir vuruş yapma imkanı yakalıyordu.

 

Çekler, maçın başından beri ilk defa bu kadar büyük boşluk bırakmışlardı ve bunda Kazım’ın Sabri’ye kıyasla daha yakın markaj gerektiren bir oyuncu olması kadar onun kenara kaydığında yaratacağı boşluğu değerlendirecek Hamit gibi bir oyuncunun sağ bekten orta sahaya kaymış olmasının da etkisi vardı. Yani Fatih Terim’in önce ikinci yarıya başlarken Semih-Sabri değişikliğiyle Tuncay’ı ortaya kaydırıp orta sahada ekstra bir adam sağlayarak yaptığı rakip alana yerleşme planı tutmuş, ardından da Kazım’ı sağ kanat için oyuna sürerken Sabri’yi sağ beke, Hamit’i de orta kaydırma hamlesi sonuç vermişti. Geri dönüşün habercisi olan gol, tüm bu hamlelerin bir meyvesiydi adeta.

Golden sonra Çekler, Plasil-Kadlec değişikliğiyle etkinliğimizin tavan yaptığı sağ kanatta güvenliği arttırmış, savunmayı daha da geriye çekmişti ve Koller’i dahi maç boyunca hiç olmadığı kadar geride görmeye başlamıştık. Bu bölümde ikinci yarıdaki gezici ve serbest rolünü daha da net göstermeye başlayan Arda’nın sağ kanatta Kazım’a hazırladığı pozisyonlarda etkili ortalar da yapıyorduk fakat bu ortalar isabet bulmuyordu.

Maçın 87.dakikasında yine sağ kanattan ilerlediğimiz bir atakta Hamit’in yaptığı orta yine isabet bulmuyor fakat Petr Cech, muhtemelen golden sonra ortaya koyduğumuz arzumuzu göz ardı etmek istemiyor ve topu elinden kaçırarak golü Nihat’a armağan ediyordu. Daha 20 dakika önce “ama adamların da çok sağlam savunması var” dediğimiz maçta şimdi, bitime 2 dakika kala “bir gol daha neden olmasın?” diyorduk.

Çekler paniklemiş ve hatta dağılmışlardı. Yani gerçekten de neden olmasın’dı. 75 dakika boyunca ufacık bir boşluk bile bırakmayan Çek savunması Nihat’ın ikinci, takımımızın üçüncü golünden önce aşağıdaki görüntüdeki gibi amatör bir şekilde Hamit’i karşılıyor, maçın yıldızlarından Hamit de orta sahada oynamasının ne kadar doğru bir tercih olduğunu gösterircesine Nihat’ı topla buluşturuyordu. Nihat’ın vuruşunda direkten gelen ses ile topun içeri girmesi, sonrasındaki sevinç çığlıkları ve Tuncay’ın sevinirken yaptığı artık simgeleşen o yüksek atlaması, sahadaki inanmış 11 adamın hak ettiğinden 1 gram bile az değildi.

Maç boyunca bir an bile sağlamlığını yitirmeyen Çek savunması afallamış, Nihat’ı amatörce unutmuştu.

“O” an.

 

Maç her ne kadar bitmiş olsa da bitmemişti. Bu maça sığacak bir drama daha vardı. Yine uzun dikilen bir topta Volkan topu yumruklamış, Çekler kaleyi bulamamıştı ve top da Sabri’nin kontrolünde dışarı çıkmıştı ama Volkan, yine kendine hakim olamamıştı ve Rıdvan Dilmen’in 70 milyonu temsilen attığı “yapma” naraları eşliğinde zaten kendini yere atan Koller’i itmişti. Bunun cezası tartışılamazdı, kırmızı kart. “Oyuncu değişikliği hakkımız da dolalı” zaten yarım saat olmuştu ve böylelikle maçın bana göre ateşleyicisi Tuncay Şanlı, Volkan’ın formasını giyiyor, bir yandan dua ederken diğer yandan da arkadaşlarını çok geri çekilmeyin diye uyarıyordu. Neyse ki kalan sürede Çek Cumhuriyeti, Tuncay’ın kalecilik yeteneklerini test etme fırsatı bulamadı ve Volkan’ın bu fevri hareketi bir faciaya yol açmak yerine adrenalini yükselten bir olay olarak kaldı.

 

Sonuç

Maça dair Çek Cumhuriyeti’nin planı belirttiğimiz gibi çok netti ve Türkiye her ne kadar bu planın farkında olsa da engel olmayı becerememişti zira karşıdaki 2,02’lik dev adamı devre dışı bırakacak bir faktörü yoktu. Önemli olan top bizdeyken ne yaptığımızdı ve niyetimize dair emareleri ilk yarıda göstermiş olsak da bunları uygulayabilecek bir dizilimle sahada değildik.

İkinci yarı yapılan dokunuşlarla takım tam da istediğimiz gibi olmuştu ve bu hamlelerin meyvelerini almak üzere gümbür gümbür geliyorduk ki şanssız bir sakatlıkla başlayan 3 dakikalık süreç, yalnızca hızımızı kesmekle kalmıyor, ümitlerimizi de adeta yok ediyordu.

Lakin sahada ve kenarda inanmaya devam edenler vardı, inanmayanlarsa bu inancın ateşini yakacak bir kıvılcıma ihtiyaç duyuyorlardı. O kıvılcım geldikten sonra ise yenilgiyi kabullenmeyen, kazanma arzusu ve hırsı gözlerinden okunan inanmış bir grubun, nasıl engeller ve tersliklerle karşılaşırsa karşılaşsın olmazı oldurabileceğine dair bir hikaye yazıldı.

Türkiye, 90’lı yıllardan itibaren “biz de varız” demeye başladığı futbol dünyasını bir kez daha şaşırtmış fakat bu sefer biraz hayran da bırakmıştı. Euro 96 ile hikayesine başlayan, Euro 2000 ile tecrübe kazanıp 2002 Dünya Kupası ile tarih yazan millilerimiz, turnuvalara renk katmaktan çok daha fazlasını yapmak üzere, kendi hikayelerini yazmak için katıldığını bir kez daha bu maçla göstermişti ve göstermeye de devam edecekti.